31 Aralık 2007 Pazartesi

DÖRT MUM


DÖRT MUM
Bilsek de, hatırlamakta yarar var.Dört tane mum usul usul yanıyordu…Ortalık o kadar sessizdi ki, mumların konuşmalarını duyabiliyordunuz…Birinci mum dedi ki:”Ben BARIŞ‘ım.!Ama kimse benim yanmama yardımcı olmuyor. Sanırım yakında söneceğim.” Alevi hızla azaldı ve sonunda tamamen söndü.İkinci mum:”Ben VEFA‘yım.!Ne yazık ki artık vazgeçilmez değilim. Onun için, bundan sonra yanıp durmamın bir anlamı kalmadı.” Sözlerini tamamladığında esen hafif bir rüzgar onu tamamen söndürdü…Sırası geldiğinde üçüncü mum, hüzünlü bir sesle dedi ki:”Ben SEVGİ‘yim !Yanacak gücüm kalmadı. İnsanlar beni unuttu, değerimi anlamıyorlar. En yakınlarını sevmeyi bile unuttular.”Sevgi de daha fazla beklemeden sönüp gitti… Ansızın..!Odaya bir çocuk girdi ve üç mumun da yanmadığını gördü.”Neden yanmıyorsunuz? Sizin sonsuza kadar yanmanız gerekmiyor muydu?” dedi.Ve ardından ağlamaya başladı…O zaman dördüncü mum konuşmaya başladı:”Korkma, ben yandığım sürece öteki mumları da yeniden yakabiliriz, ben UMUT‘um!”Çocuk parlayan gözleriyleUMUT mumunu aldı ve öteki mumları birer birer yaktı…

TEBESSÜM


TEBESSÜM
Küçük kız, hüzünlü bir yabancıya gülümsedi. Bu gülümseme adamın kendisini daha iyi hissetmesine sebep oldu. Bu hava içinde yakın geçmişte kendisine yardım eden bir dosta teşekkür etmediğini hatırladı. Hemen bir not yazdı, yolladı. Arkadaşı bu teşekkürden o kadar keyiflendi ki, her öğlen yemek yediği lokantada garsona yüklü bir bahşiş bıraktı. Garson, ilk defa böyle bir bahşiş alıyordu. Akşam eve giderken, kazandığı paranın bir parçasını her zaman köşe başında oturan fakir adamın şapkasına bıraktı. Adam öyle ama öyle minnettar oldu ki... İki gündür boğazından aşağı lokma geçmemişti. Karnını iki günden beri ilk defa doyurduktan sonra, bir apartman bodrumundaki odasının yolunu ıslık çalarak tuttu. Öyle neşeliydi ki, bir saçak altında titreyen köpek yavrusunu görünce, kucağına alıverdi. Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtulduğu için mutluydu. Sıcak odada sabaha kadar koşuşturdu. Gece yarısından sonra apartmanı dumanlar sardı. Bir yangın başlıyordu. Dumanı koklayan köpek öyle havlamaya başladı ki, önce fakir adam uyandı, sonra bütün apartman kalktı.Anneler, babalar dumandan boğulmak üzere olan yavrularını kucaklayıp, ölümden kurtardılar. Bütün bunların hepsi, bir TEBESSÜM’ün sonucuydu...
*Hayatın güzel taraflarını görebilmeliyiz. “Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır

ASIL FAKİRLİK


ASIL FAKİRLİK

Günlerden bir gün bir baba ve zengin ailesi oğlunu köye götürdü. Bu yolculuğun tek amacı vardı, insanların ne kadar fakir olabileceklerini oğluna göstermek. Çok fakir bir ailenin çiftliğinde bir gece ve gün geçirdiler.
Yolculuktan döndüklerinde baba oğluna sordu,
"insanların ne kadar fakir olabildiklerini gördün mü?"
"Evet!"
"Ne öğrendin peki?"
Oğlu cevap verdi,
"Şunu gördüm: bizim evde bir köpeğimiz var, onlarınsa dört. Bizim bahçenin ortasına kadar uzanan bir havuzumuz var, onlarınsa sonu olmayan bir dereleri. Bizim bahçemizde ithal lambalar var, onlarınsa yıldızları. Bizim görüş alanımız ön avluya kadar, onlarsa bütün bir ufku görüyorlar."
Oğlu sözünü bitirdiğinde babası söyleyecek bir şey bulamadı. Oğlu ekledi, "Teşekkür ederim baba, ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için!"

700 YILLIK ALTIN ÖĞÜT


700 YILLIK ALTIN ÖĞÜT

"Oğul insanlar vardır şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Avun oğlum avun. Güçlüsün, kuvvetlisin, akıllısın, kelamlısın, ama bunları nerede, nasıl kullanacağını bilemezsen sabah rüzgarında savrulur gidersin...Öfken ve nefsin bir olup aklını yener. Daima sabırlı, sebatlı ve iradene sahip olasın. Dünya senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizemler, bilinmeyenler, görülmeyenler ancak senin fazilet erdemlerinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı, atanı say, bereket büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çölleredönersin. Açık sözlü ol, her sözü üstüne alma. Gördün söyleme, bildin bilme.Sevildiğin yere sık gidip gelme, kalkar muhabbetin itibar olmaz.Üç kişiye acı:

* Cahiller arasındaki alime,

* Zenginken fakir düşene,

* Hatırlı iken itibarını kaybedene.

Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.Haklı olduğunda mücadeleden korkma.

"Bilesin ki atın iyisine DORU,""Yiğidin iyisine DELİ derler."

ÇOCUK YASADIĞINI ÖĞRENİR


ÇOCUK YASADIĞINI ÖĞRENİR
Eğer Bir çocuk sürekli eleştirilmiş ise Kınama ve ayıplanmayı öğrenir
Eğer Bir çocuk alay edilip aşağılanmış ise Sıkılıp utanmayı öğrenir
Eğer Bir çocuk kin ortamın da büyümüş ise Kavga etmeyi öğrenir
Eğer Bir çocuk devamlı utanç duygusuyla eğitilmiş ise Kendini suçlamayı öğrenir
Eğer Bir çocuk hoşgörü ile yetiştirilmişse Sabırlı olmayı öğrenir
Eğer Bir çocuk desteklenip yüreklendirilmiş ise Kendine güven duymayı öğrenir
Eğer Bir çocuk övülmüş ve beğenilmiş ise Taktir etmeyi öğrenir
Eğer Bir çocuk hakkına saygı gösterilerek büyütülmüş ise Adil olmayı öğrenir
Eğer Bir çocuk güven ortamı içinde yetişmiş ise İnançlı olmayı öğrenir
Eğer Bir çocuk kabul ve onay görmüş ise Kendini sevmeyi öğrenir
Eğer Bir çocuk ailesi içinde destek ve arkadaşlık görmüş ise Dünyada mutlu olmayı öğrenir
Kısaca biz ne isek çocuk o olur

Bir Kelebeğin Hayat Hikayesi


Bir Kelebeğin Hayat Hikayesi
Bir ilkbahar sabahıydı. Güneş, pırıl pırıl altın ışıklarını yer yüzüne yolluyordu.
Bu ışınları gören kozalardan o sabah beyaz bir kelebek çıktı. Çok büyük ve tül gibi ince bembeyaz kanatları vardı. Birden kendini bir bahçenin çiçekleri arasında buldu. Önce keşif uçuşuna çıkıp bahçeyi dolaştı. Sonra dinlenmek için kırmızı bir güle kondu. Dinlenirken, kanatlarını dikleştirip birleştirmişti. Etrafına baktı. Doyasıya yeşilliğe daldı saatlerce seyretti...
Dinlenmişti. Şimdi dolaşma vaktiydi, yaşamalıydı, önünde uzun zamanı vardı. Ağaçlara uçtu. Çiçeklere kondu. Mutluydu, özgürdü. Herkes ona bakıp "ne güzel" diyordu. Akşama kadar çiçekten çiçeğe, daldan dala uçup durdu. Güneş batarken bir garip his kapladı içini, artık öğrenmişti. Sadece bir günlük olan ömrü bitmişti. Son bir kez etrafına baktı. Batan güneşe daldı. Ve bir daha hiç uyanmadı...

İYİLİK VE KÖTÜLÜĞÜN MÜCADELESİ


YAŞLI KIZILDERİLİ REİSİ

Yaşlı adam kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyorlardı. Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve oniki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı.Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri köpekti bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterli gözükürken niye ötekinin de olduğunu, hem niye renklerinin illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla sordu dedesine.Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı. "Onlar" dedi, "benim için iki simgedir evlat.""Neyin simgesi" diye sordu çocuk."İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları."Çocuk, sözün burasında, mücadele varsa, kazananı da olmalı diye düşündü ve her çocuğa has bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:"Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?"Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa:"Hangisi mi evlat? Ben hangisini daha iyi beslersem o!"

30 Aralık 2007 Pazar

İNSAN VE DÜNYA


İNSAN VE DÜNYA
Adam, bir haftanın yorgunluğundan sonra pazar sabahı kalktığında bütün haftanın yorgunluğunu çıkarmak için eline gazetesini aldı ve bütün gün miskinlik yapıp evde oturacağını düşündü.Tam bunları düşünürken oğlu koşarak geldi ve sinemaya ne zaman gideceklerini sordu. Baba oğluna söz vermişti bu hafta sonu sinemaya götürecekti ama hiç dışarıya çıkmak istemediğinden bir bahane uydurması gerekiyordu. Sonra gazetenin promosyon olarak dağıttığı dünya haritası gözüne ilişti. Önce dünya haritasını küçük parçalara ayırdı ve oğluna “Eğer bu haritayı düzeltebilirsen seni sinemaya götüreceğim” dedi sonra düşündü; “Oh be kurtuldum en iyi coğrafya profesörünü bile getirsen bu haritayı akşama kadar düzeltemez.” Aradan on dakika geçtikten sonra oğlu babasının yanına koşarak geldi ve “Baba, haritayı düzelttim artık sinemaya gidebiliriz” dedi. Adam önce inanamadı ve görmek istedi. Gördüğünde de halen hayretler içindeydi ve bunu nasıl yaptığını sordu. Çocuk; “Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan vardı.
İNSANI DÜZELTTİĞİM ZAMAN DÜNYA KENDİLİĞİNDEN DÜZELMİŞTİ !….”

HUZUR’UN RESMİ


HUZUR’UN RESMİ
Bir gün bir kral ama halkı tarafından sevilen bir kral, huzuru en güzel resmedecek sanatçıya büyük bir ödül vereceğini ilan eder. Yarışmaya çok sayıda sanatçı katılır. Günlerce çalışırlar birbirinden güzel resimler yaparlar. Sonunda eserleri saraya teslim ederler. Tablolara bakan kral sadece ikisinden hoşlanır. Ama birinciyi seçmesi için karar vermesi gereklidir.
Resimlerden birisinde sükunetli bir göl vardır. Göl bir ayna gibi etrafında yükselen dağların görüntüsünü yansıtmaktadır. Üst tarafta pamuk beyazı bulutlar gökyüzünü süslüyorlardı. Resme kim baktı ise onun mükemmel bir huzur resmi olduğunu düşünüyorlardı. Diğer resimde de dağlar vardı. Ama engebeli ve çıplak dağlar. Üst tarafta öfkeli bir gökyüzünden yağmurlar boşanıyor ve şimşek çakıyordu. Dağın eteklerinde ise köpüklü bir şelale çağıldıyordu. Kısaca resim hiçte huzurlu gözükmüyordu.
Fakat kral resme bakınca, şelalenin ardında kayalıklardaki çatlaktan çıkan mini minnacık bir çalılık gördü. Çalılığın üstünde ise anne bir kuşun örttüğü bir kuş yuvası görünüyordu. Sertçe akan suyun orta yerinde anne kuş yuvasını kuruyor...harika bir huzur ve sükun örneği.
Ödülü kim kazandı dersin. Tabi ki ikinci resim. Kralın açıklaması şöyle idi: Huzur hiçbir gürültünün sıkıntının ya da zorluğun bulunmadığı yer demek değildir. Huzur bütün bunların içinde bile yüreğimizin sükun bulabilmesidir.

ARKADAŞLIK


ARKADAŞLIK
Kötü karakterli bir genç varmış. Bir gün babası ona çivilerle dolu bir torba vermiş. "Arkadaşlarınla tartışıp, kavga ettiğin her zaman bu tahtaya bir çivi çak" demiş. Genç, ilk gün tahtaya 37 çivi çakmış. Sonraki haftalarda kendi kendini kontrol etmeye çalışmış ve geçen her gün daha az çivi çakmış.
Nihayet bir gün gelmiş ki genç tahtaya hiç çivi çakmamış. Babasına gidip söylemiş. Babası onu yeniden tahtanın önüne götürmüş. Gence "Bugünden başlayarak tartışmayıp kavga etmediğin her gün için tahtadan bir çivi çıkar" demiş.
Günler geçmiş. Bir gün gelmiş ki her çivi çıkarılmış. Babası oğluna "Aferin! iyi davrandın ama bu tahtaya dikkatli bak. Çok delik var. Artık geçmişteki gibi güzel olmayacak" demiş.
Arkadaşlarla tartışılıp kavga edildiği zaman kötü kelimeler söylenilir. Her kötü kelime bir yara (delik) bırakır. Arkadaşına bin defa kendisini affettiğini söyleyebilirsin, ama bu delik aynen kalacak kapanmayacak. Bir arkadaş ender bulunan bir mücevher gibidir. Seni güldürür, yüreklendirir, ihtiyaç duyduğunda sana yardımcı olur, seni dinler ve sana yüreğini açar" demiş.
Kötü karakterli bir genç varmış. Bir gün babası ona çivilerle dolu bir torba vermiş. "Arkadaşlarınla tartışıp, kavga ettiğin her zaman bu tahtaya bir çivi çak" demiş. Genç, ilk gün tahtaya 37 çivi çakmış. Sonraki haftalarda kendi kendini kontrol etmeye çalışmış ve geçen her gün daha az çivi çakmış.
Nihayet bir gün gelmiş ki genç tahtaya hiç çivi çakmamış. Babasına gidip söylemiş. Babası onu yeniden tahtanın önüne götürmüş. Gence "Bugünden başlayarak tartışmayıp kavga etmediğin her gün için tahtadan bir çivi çıkar" demiş.
Günler geçmiş. Bir gün gelmiş ki her çivi çıkarılmış. Babası oğluna "Aferin! iyi davrandın ama bu tahtaya dikkatli bak. Çok delik var. Artık geçmişteki gibi güzel olmayacak" demiş.
Arkadaşlarla tartışılıp kavga edildiği zaman kötü kelimeler söylenilir. Her kötü kelime bir yara (delik) bırakır. Arkadaşına bin defa kendisini affettiğini söyleyebilirsin, ama bu delik aynen kalacak kapanmayacak. Bir arkadaş ender bulunan bir mücevher gibidir. Seni güldürür, yüreklendirir, ihtiyaç duyduğunda sana yardımcı olur, seni dinler ve sana yüreğini açar" demiş.

Anlayabilmek


Anlayabilmek
"Satılık Köpek Yavruları" ilanının hemen altında küçük bir çocuğun başı gözüktü ve çocuk dükkan sahibine sordu : -"Köpek yavrularını kaça satıyorsunuz?"

Dükkan sahibi : -"30 dolarla 50 dolar arasında değişiyor fiyatları" dedi

-"Benim 2 dolar 37 sentim var" dedi çocuk

-"Bir bakabilir miyim yavrulara"

Dükkan sahibi gülümsedikten sonra bir ıslık çaldı ve köpek kulübesinden beş tane yumak halinde yavru çıktı. Yavrulardan biri arkadan geliyordu. Küçük çocuk yürümekte zorluk çeken sakat yavruyu işaret edip sordu:-"Bunun nesi var?"

Dükkan sahibi onun kalça çıkığı olduğunu ve hep sakat kalacağını açıkladı.Küçük çocuk heyecanlanmıştı. -"Ben bu yavruyu satın almak istiyorum."

Dükkan sahibi:-"Hayır o yavruyu satın alman gerekmiyor. Eğer gerçekten istiyorsan o yavruyu sana bedava veririm"Küçük çocuk birden sinirlendi. Dükkan sahibinin gözlerinin içine dik dik bakarak, "Onu bana vermenizi istemiyorum. O da diğer yavrular kadar değerli ve ben fiyatını tam olarak ödeyeceğim. Aslında şimdi size 2 dolar 37 cent vereceğim ve geri kalanını ayda 50 cent ödeyerek tamamlayacağım.

"Dükkan sahibi çocuğu ikna etmeye çalıştı:-"Bu köpeği gerçekten satın almak istediğini sanmıyorum. Bu yavru hiçbir zaman diğer yavrular gibi koşup, zıplayamayacak ve seninle oynayamayacak.

" Bunun üzerine küçük çocuk eğildi, pantolonunu sıvadı ve büyük bir metal parçasıyla desteklediği sakat bacağını dükkan sahibine gösterip, tatlı bir sesle:

-"Ben de çok iyi koşamıyorum ve bu yavrunun kendisini çok iyi anlayacak bir sahibe gereksinimi var" dedi.

GECE - GÜNDÜZ


GECE - GÜNDÜZ

Bir bilge kisi, çölde ögrencileriyle otururken demiski; "Gece ile gündüzü nasil ayirt edersiniz? Tam olarak ne zaman karanlik baslar, ne zaman ortalik aydinlanir?

" Ögrencilerden biri; "Uzaktaki sürüye bakarim," demis, "koyunu keçiden ayiramadigim zaman aksam olmus demektir."

Baska bir ögrenci söz almis ve "Hocam" demis, Incir agacini, zeytin agacindan ayirdigim zaman, anlarim ki sabah baslamistir."

Bilge kisi, uzun süre susmus. Ögrenciler meraklanmislar ve "Siz ne düsünüyorsunuz hocam?" diye sormuslar.

Bilge kisi söyle demis; "Yürürken karsima bir kadin çiktiginda, güzel mi çirkin mi, siyah mi beyaz mi diye ayirmadan ona "bacim" diyebildigimde ve yine yürürken önüme çikan erkegi, zengin mi yoksul mu diye bakmadan, milletine, irkina, dinine aldirmadan, kardesim sayabildigimde anlarim ki; sabah olmustur, AYDINLIK baslamistir.."

29 Aralık 2007 Cumartesi

BALTAYI BİLEMEK


BALTAYI BİLEMEK
Bir ormanda iki kişi ağaç kesiyormuş. Birinci adam sabahları erkenden kalkıyor, ağaç kesmeye başlıyormuş, bir ağaç devrilirken hemen diğerine geçiyormuş. Gün boyu ne dinleniyor ne öğle yemeği için kendine vakit ayırıyormuş. Akşamları da arkadaşından bir kaç saat sonra ağaç kesmeyi bırakıyormuş. İkinci adam ise arada bir dinleniyor ve hava kararmaya başladığında eve dönüyormuş. Bir hafta boyunca bu tempoda çalıştıktan sonra ne kadar ağaç kestiklerini saymaya başlamışlar. Sonuç: İkinci adam çok daha fazla ağaç kesmiş. Birinci adam öfkelenmiş :

"Bu nasıl olabilir? Ben daha çok çalıştım. Senden daha erken işe başladım, senden daha geç bitirdim. Ama sen daha fazla ağaç kestin. Bu işin sırrı ne?" İkinci adam yüzünde tebessümle yanıt vermiş :
"Ortada bir sır yok. Sen durmaksızın çalışırken ben arada bir dinlenip baltamı biliyordum. Keskin baltayla, daha az çabayla daha çok ağaç kesilir."
Çıkarılacak Ders:
Kendimizi geliştirmek, baltamızı bilemektir. Kendimize zaman ayırıp, yaşamımızı objektif bir bakışla gözden geçirmektir. Zayıf bulduğumuz alanlarımızı geliştirmek için çaba göstermektir. Bu zihnimizin, ruhumuzun karakterimizin güçlenmesi için olmazsa olmaz bir koşuldur.

Delfi'deki ünlü tapınakta Sokrates'in şu sözü yer alır: "İnsan Kendini Tanı" Kendini tanımak, şu anda olduğumuz noktayla olmak istediğimiz nokta arasındaki yoldur. Kendini tanımak, kendimizi nasıl gördüğümüz ile başkalarının bizi nasıl gördüğü arasında açı olmaması anlamına gelir. Bireysel ve iş yaşamımızda başarılı, mutlu ve doyumlu olmak istiyorsak, baltamızı bilemek için kendimize zaman ayırmalıyız.

PARLAYAN KILIÇ


PARLAYAN KILIÇ
Venedik elçisi Antonio Jüstiniani, Yavuz Sultan Selim'in huzuruna girer. Yeri öpüp itimatnamesini sunar, görüşmesini tamamlar.
Ülkesine döndüğünde herkes, adeta bir ütopya medeniyetinin sultanı gibi gördüğü, hayalinde canlandırmaya çalıştığı Cihan Padişahı Sultan Selim Han'ın nasıl birisi olduğunu sorar:
-- Göremedim, der Jüstiniani...
Merak ederler :
-- Odasına girdiğin, yanına kadar gittiğin halde nasıl göremedin? Jüstiniani şu müthiş itirafta bulunmak zorunda kalır:
-- Kılıcı öyle parlıyordu ki, yüzüne bakamadım. Venedik elçisinin bu sözlerini duyan haşmetli hünkar:
-- Paşalarım, der. Osmanlı'nın kılıcı parladığı sürece düşmanların başı daima öne eğik kalır. Amma Allah korusun, bu kılıç bir kınına girer de paslanmaya başlarsa, o zaman işte bu kafalar yavaş yavaş dikilir ve bize bir gün yukardan bakar.

Çocuk Gözüyle


Çocuk Gözüyle
Bazen insanları hafife almak için "Çocuk gibisin, çocuk gibi davranıyorsun" denir ya. Bu hikâyeden sonra çocuk gözüyle bakmanın basit olmadığını anlıyor insan. Babası İspanya'nın en ağır siyasi cezalarının verildiği bir hapishanede mahkûmdu küçük kızın. Fırsat bulduğu her hafta sonu babasını ziyaret için annesiyle birlikte hapishaneye giderdi. Yine bir ziyarete giderken babası için çizdiği resmi yanında götürdü ancak hapishane kurallarına göre özgürlüğü çağrıştıran her türlü şeyin mahkûmlara verilmesi yasaktı. Bu sebeple kağıda çizdiği kuş resmini kabul etmemişler ve oracıkta yırtmışlardı... Çok üzülmüştü küçük kız... Babasına söyledi bunu, o da "Üzülme kızım, yine çizersin; bu sefer çizdiklerine dikkat edersin olur mu?" dedi. Küçük kız diğer ziyaretinde babasına yeni bir resim çizip götürdü. Bu sefer kuş yerine bir ağaç ve üzerine siyah minik benekler çizmişti. Babası keyifle resme baktı ve sordu: "Hmmm! Ne güzel bir ağaç bu! Üzerindeki benekler ne? Portakal mı? Küçük kız babasına eğilerek, sessizce:
-"Hşşşşt! O benekler ağacın içinde saklanan kuşların gözleri!....."

ZAMAN AYIR


ZAMAN AYIR
Çalışmak için zaman ayır,
Bu, başarının bedelidir.
Düşünmek için zaman ayır,
Bu kudret ve kuvvetin kaynağıdır.
Eğlenmek için zaman ayır,
Bu, genç kalmanın sırrıdır.
Okumak için zaman ayır,
Bu, bilginin (bilgeliğin) temelidir.
İbadet için zaman ayır,
Bu, yücelmenin yoludur.
Arkadaşlarına zaman ayır,
Bu, mutluluğun kaynağıdır.
Sevmek için zaman ayır,
Bu, hayatın anlamıdır.
Gülmek için zaman ayır,
Bu, hayatın yükünü hafifletir.
Plan yapmak için zaman ayır,
Bu, sana zaman kazandırır.

YOLUMUZDAKİ ENGELLER


YOLUMUZDAKİ ENGELLER
Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacak? Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler. Pek çoğu kralı yüksek sesle eleştirdi. Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu. Sonunda bir köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu. Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına sıkına itmeye başladı. Sonunda kan ter içinde kaldı ama, kayayı da yolun kenarına çekti. Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu gördü. Açtı. Kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı içinde.
"Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir" diyordu kral.
Köylü, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders vermişti.
"Her engel, yaşam koşullarınızı daha iyileştirecek bir fırsattır."

28 Aralık 2007 Cuma

MAİN BALIKÇISI


MAİN BALIKÇISI

Hayatı Boyunca Çalışmamış, okumamış, herhangi bir konuda en ufak bir çaba göstermemiş insanlar vardır. Bunlar, bir başarıya ulaşmak şöyle dursun, başkalarının kazandığı başarıları da küçümserler. Hatta büyük gayretler sonucu elde edilen başarıları “talihli olmayan şansa” bağlarlar. Bu karakterdeki insanlar, öyle tembeldirler ki düşünmek ve dua etmek bile ağır bir yüktür onlar için… Oysa insan sadece çalıştığının karşılığını alır.
İşte başarıya nasıl ulaşılacağını anlatan güzel bir hikayelerden biri: Main Balıkçısı.
Çok eskiden, talihli olmasıyla ünlenmiş bir balıkçı varmış. Main kıyılarında çok az balık tutulabiliyormuş. Fakat bu adam ne zaman balığa çıksa boş dönmezmiş. Sepetler kasalar dolusu balık tutar, evine öyle dönermiş.
Bu adam zamanla çok para kazanmış, hem de talihi ile ün salmış. Öyle tanınmış ki birinin talihli olduğunu anlatmak için: “Main Balıkçısı” gibi denir olmuş.
Yıllar geçmiş balıkçıda ölmüş. Yakın çevresindeki insanlar, cenazeyi kaldırmak için balıkçının evine gelmiş. Bu insanlar, evde balıkçılıkla ilgili bir kütüphane olduğunu hayretle görmüşler. Gelenler bu duruma hem şaşırmışlar, hem de onların balıkçıya olan hayranlıkları bir kat daha artmış. Main Balıkçısının balık avından niçin boş dönmediği işte o zaman anlaşılabilmiş.

Azmin Zaferi


Azmin Zaferi
Japon çocuğun tek hayali çok ünlü bir karateci olmaktı. Fakat ailesi buna izin vermiyordu. Bir gün talihsiz bir kaza sonucu çocuk sol kolunu kaybetti.
Ailesi çocuğun moralinin çok kötü olduğunu görünce ona bir karate hocası tuttu. Hoca ilk dersinde çocuğa karşısındakini sağ koluyla tutup üstünden savurmayı gösterdi. Hatta ikinci, üçüncü ve sonraki bütün derslerde hep aynı hareketi yapıyorlardı.
Çocuk bir gün hocasına “Hocam ben çok sıkıldım, artık başka hareketlere geçsek” dedi. Hoca ise bunu kabul etmeyerek dünyada bu işi en hızlı yapan kişi olmadıkça bitirmeyeceğini söyledi. Çocuk o kadar hızlanmıştı ki, hocasını bile göz açıp kapayıncaya kadar yerden yere vuruyordu. Bir gün hoca elinde bir kağıtla geldi. Kağıtta çocuğun gençler karate şampiyonasına katılabileceği yazıyordu.
Çocuk çok şaşırdı. Ertesi gün salonda ilk rakibinin karşısına çıkacağı sırada heyecanla hocasına sordu: “Hocam bu iş nasıl olur? Ben sadece tek hareket biliyorum, kesin kaybederim.” Hocası ise: “Sen sadece hareketi yap.” cevabını verdi.
Çocuk ringe çıktı ve hareketiyle rakibini eledi. Hatta tek hareketle finale kadar çıktı. Finalde karşısında kendisinin iki katı birisi vardı. Önce çok korktu ama yine bildiği hareketi yaparak son rakibini de yendi ve şampiyon oldu.
Sevinçle hocasının yanına koştu ve sordu: “Hocam nasıl oldu anlamıyorum. Sadece bir hareket biliyorum, tek kolluyum ve şampiyon oldum.” Hocası çocuğa baktı ve dedi ki, “Senin yaptığın hareket karatedeki en zor hareketlerden biridir. Ve bir tek savunması vardır o da, rakibin sol kolunu tutmak”.